kifayetsiz muhterisler

Bilgiye hürmet azaldıkça kifayetsiz muhterislerin sayısı artıyor. Bu normal. Dünyanın her yerinde de böyle. Maalesef.

Ama dünyanın her yerinde sahte diploma skandalı patlamıyor. Çünkü sahte diplomanın mümkün olması için iki şey lazım.

Birincisi, bunun teknik olarak becerilebilmesi. Yani önceden yapılan kimlik hırsızlıkları, stratejik yerlerde insan varlığı ve denetimsizlik… İkincisi, bu sahte diplomayı (ve daha nice sahte belgeyi) isteyecek, bundan ar duymayacak insan tipi…

Her iki maddenin bileşenleri de Yeni Türkiye’nin eseri. Otuz yıl evvel, şöyle bir sahte diploma edineyim de kapıları teker teker açayım diyecek insan sayısı herhalde bir elin parmaklarını geçmezdi. Yapacak kişi de korkardı muhtemelen…

Ama bugün…

Kifayetsiz muhterisler böyledir. Bilgiye hürmet etmezler, bilgi sahibini aşağılarlar. Ama onun bir ömür uğraşıp edindiği diplomayı kendi kuşağına sokmayı da kendine hak görürler.

Şimdi bir de imkânları var.

mesleksiz toplum

Çetin Altan, ‘mesleksiz toplum’ derdi. 

Nedir? Kendini onunla tanımlayabileceği bir mesleği, gerçek bir donanımı olmayan; hayatını bir yere kapılanmak arayışıyla, belli bir beceri seti ve çıraklık-ustalık süresi gerektirmeyen işlerle geçiren insanların Türkiye’de çoğunlukta olduğunu söylerdi. 

İktidarın çok övündüğü bu ‘her ile üniversite’ hamlesi, belli ki ‘mesleksiz toplum’u daha da derinleştirdi. Öğretmen olarak yetiştirdiğin kişiyi öğretmen olarak atayamıyorsan, o kişi kendini o meslekle tanımlayamıyorsa, o üniversitenin bina inşasından başka ne katkısı olabilir. 

Ben bu mesleksiz toplum bahsinde iktidar mensuplarının, karar vericilerin ne işlerle iştigal ettiğini de merak ederim. 2002 AKP’si ile 2025 AKP’si arasında acaba meslek farkı var mıdır? Bence meslek oranı düşmüştür. Çünkü iktidar mesleksizler için ciddi bir çekim alanı yaratıyor. 

Şöyle soralım: İktidar siyasetçileri, siyasetçi olmasalar acaba kendilerini toplumda ne diye tanımlayabilirler? Ya da ayakta kalabilirler mi? Hayatlarını kaçı kazanabilir?

Muhalif siyasiler için de farklı değil, onların da meslek açısından çok tatmin edici bir noktada olduğunu sanmıyorum. Avukatlar belki biraz dışarıda ama siyaset onlar için inanılmaz iyi bir kartvizit… 

Öyle bir mesleğin olacak ki, siyaset arasından sonra ona dönmek için can atacaksın. Ama mesleğin yoksa, mesleğin siyaset oluyor işte.

Onun da ceremesini halk çekiyor.

Türkiye’de ve dünyada bugün ne olduğunu tek bir cümleye indirecek olursak: Ne oluyorsa patronlar işçilerden daha iyi örgütleniyor diye oluyor. 

Türkiye’de dünyadan daha da iyi örgütleniyor patronlar.

anadolu liseleri

Geçen hafta yurt çapında liseleri saran protestolarda benim mezun olduğum lisenin, İskenderun İstiklal Makzume Anadolu Lisesi’nin öğrencileri de vardı. Liselerdeki öğrenciler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın standardının ne olduğu bir türlü anlaşılamayan uygulaması kapsamında başka okullara atanan yüzlerce binlerce öğretmene, öğretmenlerine sahip çıktılar.

Ben bir öğretmen çocuğuyum. Annem de babam da öğretmen. Orta halli bir aileden geliyorum. Taşradan geliyorum. Her insanın hayatında onu değiştiren, başka bir insan haline gelmese de onun yolunu açan anlar vardır. Benim için o anlardan biri bence şehrimdeki Anadolu lisesine girmemdi.

Bunu çocukken İstanbul’da veya Ankara’da yaşayanların anlamasını beklemiyorum ama bizim hayattaki birinci amacımız televizyonlarda gördüğümüz, gazetelerde okuduğumuz İstanbul’a gelmekti. Sonrasına sonra bakacaktık. İstediğimiz oldu. Anadolu liseleri taşradaki bizleri büyük şehirlere götürdü.

Bu liseler Türkiye’nin en güzel projelerinden biridir. Doğrudan yatay ve dikey mobilite ürettiler. Anadolu liselerinin büyüsü, verdikleri nitelikli eğitimde değildir. Büyü, onların çocuklara birer hedef ve ortam vermesindedir. Bu liseler birbirlerine az çok benzeyen çocukları bir araya topladı ve onları daha da zenginleştiren bir ortam sundu. Çocuklar eğitimden çok birbirleriyle yükseldiler.

İyi öğretmenlerimiz vardı, ortalama öğretmenlerimiz de vardı. İyi öğrenciler ve ortalama öğrenciler de vardı. Ama bugün dönüp baktığımda şunu görüyorum: bütün arkadaşlarım toplumda bir yere geldi. Doktor, mühendis, avukat, akademisyen. İçlerinde zengin aileden geleni de var, benim gibi orta halliler de var. Sağcısı da solcusu da var. Ama istisnasız hepsi bugün toplum içinde aranan, bilinen insanlar…

Şunu da biliyorum: O okula gitmeseydik, içimizden bazıları yine bir yerlere gelirdi. Ama hepimiz gelemezdik. Bu rakam bu oran ciddi bir şekilde azalırdı.

Sonra ne oldu? Söylenecek çok şey var da tek cümle yeter: Eğitim sistemi yıllar içinde bu güzel projeyi ince ince budadı. Ama eğitim düşse de ortam düşmüyor, değişmiyor. O ortam, Anadolu liselerinin gizli vaadidir. O, bir çocuğa senin gibi başkaları da var, denmesidir. İşte o ortam sayesinde çocuklar okullarına da öğretmenlerine de sahip çıkıyor. 

Daha güzeli, “senin gibi başkaları da var” cümlesi yurt sathına yayılıyor. Yayılsın.

Çünkü doğru bir cümle.

zombi iktidar

Zombi iktidar…

Bunu hep söylemek lazım. Şu an bu iktidar bir zombi konumunda. Uzun süredir. Bir iktidarın sürekli rıza üretmesi gerekir. Totaliter iktidarların bile… 19 Mart sonrasına baktığınızda, iktidarın, hiç kimsenin değilse bile, liselerin, üniversitelerin, gençliğin, ülkenin geleceğinin rızasını sağlayamadığını görüyoruz.

İktidarın, bir yıl önceki yerel seçimlerde ülkedeki neredeyse tüm büyükşehirlerden rıza çıkaramadığını da gördük. İkna edemiyor. Edememeye de devam ediyor. Ne zamandan beri? Bence 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri. O seçimde AKP çoğunluğu sağlayamamış, koalisyon görüşmelerinden de sonuç çıkaramamıştı. Teamül gereği ikinci parti CHP’nin koalisyon görüşmelerine başlaması gerekiyordu ama Erdoğan, oyunun kurallarını değiştirdi ve Bahçeli’nin de verdiği destekle yeniden seçime gitti. 2015 kasımında yenilenen ve AKP’nin kazandığı seçimlere kadar geçen süreç Türkiye’nin en ağır en utanç verici dönüm noktalarını barındırıyor. O günden bugüne de iktidar meşruiyet krizi yaşıyor. Bu krizi hep yeniden kurallarla ve olağanüstü durumlarla aşmaya çalışıyor. Aşamıyor. Zombi iktidarlar böyle yapar.

2025’in 19 Mart’ını, önce darbe olarak görüyordum ama şimdi yeni bir durum olarak görmüyorum. Bu açıdan 2015’in devamı… Yeni olan başka. 19 Mart 2025 sorulduğunda, ben onun üniversite gençlerinin barikatı aştığı gün olduğunu söylerim.

liseliler ne görüyor, iktidar ne görüyor?

Dün gün boyu liselerden gelen görüntüleri izledim. Milli Eğitim Bakanlığı tasarrufuyla başka okullara gönderilen öğretmenleri için eylemdeydiler. Derse girmediler. İzmir’deki bir liseden gelen görüntüyü özellikle ilginç buldum. Yüzünü görmediğimiz bir öğretmen gayet yumuşak tonla konuşup onları vazgeçirmeye, sınıfa sokmaya çalışıyordu ve çıt çıkmıyordu öğrencilerden. Hem de lise öğrencilerinden… Daha ürkütücü bir sessizlik olamaz.

Bu neyin sessizliği? Korkmayan bir sessizlik ama neyin sessizliği?

Liselileri gelecekleriyle korkutmaya çalışıyorlar. Liseliler gelecekten korkuyor zaten, mesele o.

Bu iktidarın herhangi bir meseleyi gereğince anlama kapasitesine sahip olduğunu sanmıyorum ama şunu taş olsa anlardı mesela: İktidarın elinin değdiği ve daha iyiye giden bir eğitim kurumu yok. Bunu öğrenciler de görüyor.

Peki iktidar ne görüyor? Bir liseyi içinde şu kadar öğrenci, şu kadar öğretmen olan bir bina gibi görüyor iktidar. Sadece bir bina. Öylesine bir kurum. Öğrencilerin duyguları yokmuş, öğretmenlerine bir bağlılıkları yokmuş gibi… O lisenin bir tarihi yokmuş, o liseden mezun olan ve orayla bağını koruyan hatta kendini bu bağ üzerinden tanımlayan insanlar yokmuş gibi…

Bir gelenek yokmuş gibi… Bir lise ya da bir üniversiteyi kendi perspektifi içinde anlamaktan aciz bir iktidar bu. Aynı iktidarın temsilcilerinin, mesela “bir gecede cahil kaldık” ya da “dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz” dedikleri zaman aslında ne kadar samimi olduğunu ya da olmadığını bu gelenekbilmezlikle de anlayabiliriz.

Hayır, “bizden önce buzdolabı yoktu” gibi laflar bu iktidarı daha iyi tanımlıyor. Bu laflarla hareket eden ve tarihi kendinden başlatmaya tevessül eden bir zihin, taşradaki en basit lisenin bile aslında ne olduğunu anlayamaz.

Gelecekle korkuttukları 16, 17 yaşındaki liseliler geçmişlerine sahip çıkıyorlar, onu bile anlamıyorlar.