microsoft ordu kurar mı?

Microsoft’un son yapay zekâ hamlesinden sonra şirket değeri olarak 3 trilyon doları geçtiği açıklandı. Apple’dan sonra bu barajı aşan ikinci şirket. Daha bunun Tesla’sı var, Meta’sı var… Geliyorlar, yoldalar.

Korkunç bir rakam bu. Gelir eşitsizliğinin, dengesizliğinin nerelerde dolaştığını gösteren bir başka, hatta birinci işaret. Şöyle söyleyeyim, Türkiye’nin 2023 yılındaki gayri safi milli hasılası (GSMH) bir trilyon dolar bile değil ki Türkiye, dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri. Demek ki ekonomik anlamda bu şirketlerden daha güçlü çok çok az ülke kaldı. Bir elin parmaklarını geçmiyor. Bill Gates hakkında bin türlü komplo teorisi üretmek yerine, 3 trilyon dolarlık korkunç bir serveti yönettiğini düşünmek gerekli.

Ne olacak? Bu şirketler daha da güçlendiğinde, siyasi otoritelerin güdümünde kalacaklar mı? Ülkelerin başkanlarını dinleyecekler mi? Yoksa bir başlarına mı hareket edecekler? Kendi ordularını kuracak, kendi savaşlarını mı verecekler?

Tarihe çok aykırı bir gidişat değil bu; dünyanın ilk çok uluslu, deniz aşırı şirketlerinin kendi silahlı güçleri vardı. Sözgelimi bunun ilk örneği Doğu Hindistan Kumpanyası’nın (VOC) envanterinde, 10 bin asker ve 40 savaş gemisi bulunuyordu.

Microsoft’un, Apple’ın ordularını neden görmeyelim ki? Bugün bir ordu kurmalarına ihtiyaç yok elbette, bunu gerektirmeyecek bir dünya düzenindeyiz. Birçok siyasi liderin üzerinde olduklarını bilmek onlara yetiyor.

Yarın? 

alçal ki yerin bu yer değildir

Transparency.org’un uluslararası yolsuzluk endeksi yayımlandı.

Endekse göre Türkiye günbegün yolsuzluğa saplanıyor. Son 11 yılın sekizinde bir önceki yıla göre daha yolsuzlaşmışız. Gerçi iyi yönde kıpırtı gönderdiğimiz birkaç yıl olması da sonuca pek etki etmiyor. Diplerdeyiz. 180 ülke içinde 115’inci sıradayız. Bir altımızda Angola var. Biz Sri Lanka ile aynı puandayız. Bölgemizde Rusya’nın, İran’ın, Azerbaycan’ın az, Suriye’nin çok üstündeyiz. Zirvedeki Danimarka, Finlandiya ve Yeni Zelanda’ya ise ışık yılları kadar uzağız.

AKP’liler şimdi hatırlamaz, hatırlamak da istemez, iktidara yürüdükleri yıllarda 3Y’yi bitireceklerini söylerlerdi. Yasaklar, yoksulluk ve yolsuzluk. Hiçbirini bitirmedikleri gibi, geriye de gittik. İşte yolsuzluk konusunda her sene rapor yayımlanıyor görüyoruz. Sorsan, raporu hazırlayanlar da dış mihraktır gerçi. Ülkemizin üstünden oynanan oyunlar falan filan… Geçelim.

Biz geçelim, troller sosyal medyada bağırırken, bir yerlerde sessiz sedasız bir ihale daha geçsin. Bir belediye meclisinde eller kalksın, torba yasalar dolsun.

Hayırlı olsun. Yolsuzluk listesinde alçalmaya devam. Namık Kemal, “yüksel ki yerin bu yer değildir” diye yazmıştı. Belli ki bugünlerde gelecekteki halimize göre bu listenin yine de üstlerindeyiz. O halde ne yapmalı? Alçalmalı. Çünkü alçal ki yerin bu yer değildir…

traktörler beklerken

Fransa’da çiftçiler yürüyor. Almanya’da yürüyor. Geçen sene Hollanda’da yürümüşlerdi. Avrupa’nın çiftçileri kızgın. Yürüyorlar diyorum ama aslında çoğunlukla duruyorlar. Hayatı da durduruyorlar.

Ortak noktaları AB’de alınan kararların onları ezip geçmesi. Öfkeliler. Dikkate alınmadıklarını, kenara itildiklerini söylüyorlar. Söylüyorlar ne demek, bağırıyorlar…

Eylemlerin içeriği bir kenara, en çok da Avrupa tarafından temsil edilen modern dünyaya ilişkin bir meseleyi, ileride daha geniş yazmak üzere, buraya not düşmek isterim. Mesele şu: Hayatlarımız teknolojiyle iç içe geçtikçe, doğal ihtiyaçlarımız üzerine düşünmekten uzaklaşıyoruz. Sosyal medya, akıllı telefonlar vs ayaklarımızı toprağa bastığımız zamandan çalıyor; işin o kadarını idrak etmesine ettik ama dijital hayat ve çipler yeni dünyanın hava sahasını işgal ettikçe, belli ki toprakla ilgili, ekip biçmekle ilgili dertler de şehirlerin tüketim odaklı dünyasından pek duyulmuyor. Çiftçiler artık sadece bir yönetmelik, bir tüzük maddesi; daha fazlası değil. Tarlalar gibi, gübre gibi, mazot gibi.

Ama marketlerin rafları kendi kendine dolmuyor. Bürokratlar belki bilmiyor, beyaz yakalılar bilmiyor… Çiftçiler ise esas bunu biliyor.

trump’ın yolu

Donald Trump, Cumhuriyetçilerin ön seçimlerinin New Hampshire’daki ikinci ayağını da kazandı ve bu sene başkan adayı olmak için önündeki bir engeli daha aştı. Artık gidişatı “yeniden” değiştirme emellerine çok daha yakın.

Söyleyecek çok şey var, dünyayı bekleyen epey gelişme var; tarihçi Robert Kagan’ın kehanetiyle başlayalım:

“ABD’de diktatörlüğe giden yol gün geçtikçe kısalıyor.”

Bu diktatörlük lafı, biraz da öcü misali çok fazla ve çok kolay sarf ediliyor. En azından ilk dönemde böyleydi. Bu söylemler, bugünlerden itibaren yeniden dolaşıma girecek. Ben siyasi müktesebata sahip olmayan Trump’ın tek adam rejimine ciddi bir özlem duyduğunu zannetmiyorum. Onda başka bir tür delilik var. Demir yumrukla değil ama pervasızlığıyla ülkesini de dünyayı da yakabilir. “Eh, Joe Biden’dan farkı ne” diyenler de çıkacaktır. Gazze’yi düşününce buna cevap vermek gerçekten zor.

PS: Resim, Anthony Gerace’in Washington Post için yaptığı illüstrasyon.

meloni geliyor

İtalyan başbakanı Giorgia Meloni, Türkiye’de, klasiktir, ” temaslarda” bulundu. Arada İlber Ortaylı Hoca ile Kapalıçarşı’yı bile dolaşmış.

İtalya’nın “verimli” aşırı sağ geleneğinden gelen Meloni, tantanalı seçimden sonra ilk yılını doldurdu. Neyi nasıl yaptığını bir ara yazmak istiyorum; şimdilik Türkiye’ye gelmesi vesilesiyle, geçenlerde görüp ayırdığım, bana epey stilize gelen şu fotoğrafını paylaşmış olayım.