Der Spiegel’in yeni yayımladığı harita. İlginç bir harita.
Avrupa’nın en çok çalışanlarını gösteriyor. Çalışkanlık, verimlilik vs bir kenara en çok çalışan ülke Türkiye…. Türkiye’de 20-64 yaş arasında haftada 45 saatten çok çalışanların oranı yüzde 45.
Kimin çok kimin az çalıştığını koyudan açığa doğru görüyorsunuz haritada. Biz kıpkırmızıyız zaten de örneğin başta Almanya, Avrupa’nın tembellikle suçladığı Yunanistan, kuzeylilerden çok çalışıyor. Bulgaristan ise… Çok az. Bir açıklaması vardır herhalde (Haritada yazmıyor).
Kahverengiler, Le Pen-Bardella’nın aşırı sağ Ulusal Birlik’i…
Mor, sol birlik Yeni Halk Cephesi, pembeler diğer solcular.
Turuncular ve sarılar, Macroncular ve Macron harici merkez.
Koyu mavi, cumhuriyetçiler; açık mavi diğer sağcılar.
Hangi seçim bölgesinde kim en çok oy aldıysa o bölge o renge boyanmış ama ikinci üçüncü partiler-adaylar da denklemi değiştirebilir.
Marine Le Pen’in, 28 yaşındaki başbakanlık adayı genç lider Jordan Bardella ile el ele çıktığı seçimlerin birinci turunda tablo bu. Bu tablo bu hafta sonu yapılacak ikinci turda üç aşağı beş yukarı tekrarlanırsa Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi, Fransız parlamentosunu bir anlamda ele geçirecek ve muhtemelen başbakan (Bardella) çıkaracak güce de ulaşacak. Bir sonraki adım 2027’de Le Pen’in kendisinin Elize Sarayı’nı, Fransa’nın başkanlığını devralması.
İkinci konumdaki sol birlik Yeni Halk Cephesi, her noktada aşırı sağa karşı birleşme ve kazanacak adayı destekleme çağrısı yapıyor. Siyaseten tam olarak çözülen, bomboş ideolojisi sahile vuran, boş küme siyasetçisi Macron’un ne dediği, bir şey deyip demediği ise belli değil.
Yine muazzam etkide bir Donald Trump fotoğrafı… “Hele bir daha başa geçersem ABD’yi NATO’dan çıkartabilirim” dediği bugünlerde ve yeniden başa geçme ihtimali sahiden kuvvetliyken.
New York Times’dan Doug Mills, Brüksel’deki 2018’deki NATO Zirvesi’nde çekmiş. Bir insanın gölgesi bu kadar mı tanıdık olur? İkonik.
Fransa’da çiftçiler yürüyor. Almanya’da yürüyor. Geçen sene Hollanda’da yürümüşlerdi. Avrupa’nın çiftçileri kızgın. Yürüyorlar diyorum ama aslında çoğunlukla duruyorlar. Hayatı da durduruyorlar.
Ortak noktaları AB’de alınan kararların onları ezip geçmesi. Öfkeliler. Dikkate alınmadıklarını, kenara itildiklerini söylüyorlar. Söylüyorlar ne demek, bağırıyorlar…
Eylemlerin içeriği bir kenara, en çok da Avrupa tarafından temsil edilen modern dünyaya ilişkin bir meseleyi, ileride daha geniş yazmak üzere, buraya not düşmek isterim. Mesele şu: Hayatlarımız teknolojiyle iç içe geçtikçe, doğal ihtiyaçlarımız üzerine düşünmekten uzaklaşıyoruz. Sosyal medya, akıllı telefonlar vs ayaklarımızı toprağa bastığımız zamandan çalıyor; işin o kadarını idrak etmesine ettik ama dijital hayat ve çipler yeni dünyanın hava sahasını işgal ettikçe, belli ki toprakla ilgili, ekip biçmekle ilgili dertler de şehirlerin tüketim odaklı dünyasından pek duyulmuyor. Çiftçiler artık sadece bir yönetmelik, bir tüzük maddesi; daha fazlası değil. Tarlalar gibi, gübre gibi, mazot gibi.
Ama marketlerin rafları kendi kendine dolmuyor. Bürokratlar belki bilmiyor, beyaz yakalılar bilmiyor… Çiftçiler ise esas bunu biliyor.