Der Spiegel’in yeni yayımladığı harita. İlginç bir harita.
Avrupa’nın en çok çalışanlarını gösteriyor. Çalışkanlık, verimlilik vs bir kenara en çok çalışan ülke Türkiye…. Türkiye’de 20-64 yaş arasında haftada 45 saatten çok çalışanların oranı yüzde 45.
Kimin çok kimin az çalıştığını koyudan açığa doğru görüyorsunuz haritada. Biz kıpkırmızıyız zaten de örneğin başta Almanya, Avrupa’nın tembellikle suçladığı Yunanistan, kuzeylilerden çok çalışıyor. Bulgaristan ise… Çok az. Bir açıklaması vardır herhalde (Haritada yazmıyor).
El Pais, İspanya’da gençlerin hızla sağa, en çok da aşırı sağa yöneldiğini gözlemiş ve bunu geniş bir dosya şeklinde haber yapmış. Gazete hem gençlerle konuşmuş hem de sebepleri derli toplu sıralamış. İyi de yapmış. İspanya’ya ve İspanya’daki hükümete yönelik şikâyetler dışında her yerde aynı mesele var. (Bu arada ‘aşırı sağcılaşan’, önce erkekler olmuş.)
Burada tabii bütün bu sebeplerle ‘sağa dönüş’ün şöyle tuhaf bir yanı da var: Aşırı sağ tepkiyi konsolide etse de bir çözüm üretmiyor. Türkiye özelinde de durum şu: Bizde zaten aşırı sağ hükümet var (isteyen yok diye kendini kandırabilir tabii) ve hiçbir çözüm üretmediği gibi, sorunun da kendisi zaten. Buna rağmen aşırı sağ neden bu kadar cazip? (Çok uzun tartışma ama bence cevap insanların başta sosyal medya yüzünden gerçekle bağlarını büyük ölçüde yitirmeleri).
El Pais’in sebepleri aşağıda:
Düzensiz göçün arttığı, entegrasyonun zayıf kaldığı ve suçun yükseldiği inancı.
‘Göçmenler daha çok yardım alıyor’ algısı ve kamusal kaynakların adaletsiz dağıtıldığı şikâyeti.
Konut krizi Düşük ücretler ve sınırlı kariyer fırsatları; iyi eğitim/özgeçmişe rağmen ekonomik güvencesizlik.
Eski düzeni sarsma ve iskemleyi tekmeleme arzusu.
Basit/sert çözüm vaatlerinin cazibesi.
Feminizm ve toplumsal cinsiyet politikalarına tepki (bazı genç erkek ve kadınlarda ‘aşırılık’ algısı).
Vergi yükü ve emeklilik sisteminin sürdürülebilirliğine dair kaygılar.
Sosyal medya etkisi (Gençlerin haber için büyük ölçüde sosyal medyaya dayanması; mesajların tekrar ile normalleşmesi).
Yerelde yaşam tarzı değişimleri (Özellikle küçük yerleşimlerde demografik dönüşüme ve “mahallenin değişmesine” duyarlılık).
*
Bütün bu sebeplerin arkasında tek bir sebep var aslında ve züccaciye dükkânına girmiş fil gibi her şeyi kırıp döküyor. Ve kocaman cüssesine rağmen ortalık yerde gizleniyor. O sebep de şu: Eşitsizlik, kaynakların her gün daha da adaletsiz dağıltılması. Bütün meselelerin anası bu. Her zaman da bu oldu ama bugün buna isyan edebilecek kitleler, nesilden nesile başka günah keçileriyle meşgul ediliyor.
New York’ta Mamdani, Hollanda’da Rob Jetten üst üste kazandı. Daha 40 değiller ve nispeten yolun başındalar, bu iyi. Ama yaşlı liderler olmalarından daha iyi anlamında söylemiyorum. TikTok biliyorlar falan diye de değil. Toplumla taze bir temasları var, bu açıdan iyi.
Siyaset henüz meslekleri olmamış. Çok kısa zaman öncesine dek sinemaya tiyatroya kafalarına göre gidebilmişler. Arabalarını kendileri kullanabilmişler. Tatile çıkmışlar. Bunu 70 yaşında yapan insan da kabulüm. Bu açıdan, liderinin toplumla rahatça teması açısından, benim bildiklerim içinde en gerideki ülke Türkiye. Bir de ABD vardır. Çok konuşulmaz ama toplumlarını anlatması yönünden çok belirleyici kriter.
2.
Kim kazanıyor kim kaybediyor konularının artık tek seçimde belirlenmediğini anlayacak kadar seçim gördüm. O meşhur ferasetten de biraz bulaşmıştır bence. Benim anladığım şu: New York’ta Mamdani kazandı ama Trump kaybetmedi hatta New York’ta bu kadar anti-Trump birinin kazanması, Trump seçmenlerini kenetlemiş de olabilir. Muhtemelen de öyle olacak. Ya da Hollanda’da Wilders kaybetti (kazançtan kaybetti diyelim) ama aşırı sağ kaybetmedi, hatta daha da güçlendi. Ama mesela sol ve sosyal demokratlar büyük kaybetti ve bunu söylemek o kadar seksi değil.
Biden kazandığında mesela Trump’ın sıfırlanması beklenirdi. Olmadı. Bilakis, onun o aşırı sağcı tabanı kenetlendi ve dünyanın en çıkarcı gruplarından olan cumhuriyetçiler de onlara yanladı. Çoğu yerde şu an sağ kazanıyor. Siyaset, eskisine pek benzemiyor.
Sağcıların, kaybetse de aynı isimlerle çok uzun dönemli oynayabildiği bir oyun haline geldi siyaset. Mağdur kartını, mağdur olsalar da olmasalar da çekiyorlar ve keyiflerine bakıyorlar. Bunu en iyi Türkiye’den biliyoruz.
Solun ne siyaseti ne tabanı böyle bir oyuna müsait. Bana göre solun yapabileceği tek şey sahiden solculuk yapması ve pazarlık yapmaması. Fabrikada, tarlada, kampüste. Sendikalarda ve sendikalarla. Kimlik siyasetini sağcılar da yapıyor ve işin acı tarafı ajite ede ede yaptığından daha başarılı oluyor.
3.
Son bir not… New York belediye başkanlığı makamı hakkında. Şüphesiz dünyanın en önemli kenti ama ilginçtir bu makam siyasi açıdan pek sonuç üreten bir makam değil. Nüfuz üretiyordur, ağırlık üretiyordur muhakkak ama New York’un belediye başkanlarının daha da yukarılara kendini attığını ben görmedim.
Eric Adams vardı en son; Bloomberg’i hatırlıyorum tabii. Rudy Giuliani vardı, epey de güçlü ve konuşulan, konuşturan biriydi. De Blasio vardı, sonra ne yaptı, onu da bilmiyorum. İstanbul’un, Londra’nın, Paris’in belediye başkanlığı sizi ülkenin zirvesine taşıyor ama New York gibi bir yerde bunun böyle olmaması ilginç. Valiler daha hızlı yürüyor. Hatta Trump örneği bir kenara, neredeyse sadece valiler ve senatörler yürüyor ABD’de.
İkinci dünya eskiden Doğu Bloku’nu ve Sovyetler Birliği’nin etkisi altındaki kuşağı tarif etmek için kullanılıyordu. Çin bu tarife dahil miydi, hatırlamıyorum. Sanmıyorum da.
Üçüncü Dünya tarifi kaldı. Birinci dünya tarifi de kısmen kaldı. Bunlar biraz da mevkiler gibi. Birinci mevki, üçüncü mevki…
Esas soru: İkinci dünya neresi şimdi? Birinci dünya ya da? O kadar evsizle, yoksullukla ve yoldan çıkmış demokrasileriyle ne kadar birinci dünya bu ülkeler? Çin nerede bu denklemde? Hindistan nerede? Güneyliler nerede?
Yeni tabirlere ihtiyacımız var. Eskilerini kırpıp yıldız yaparız artık.
Eski Amerikan Merkez Bankası başkanlarından Alan Greenspan’ın şöyle bir teorisi varmış: Erkeklerin iç çamaşır alma sıklığını azaltması ekonomik durgunluk belirtisidir…
Erkekler donu bir ihtiyaç değil, lüks olarak gördüğünden, sıkıntılı dönemlerde delik donlar artıyor diyormuş Greenspan.
Bunu Atlantic’te, ekonomik durgunluğun yaklaştığını söyleyen bir makalede okudum. Makale bir de halkın barometresini yazmış. Buna göre: