“Yanmıyor” diyen var. “O kadar yanmıyor” diyen var. “Birileri yaktı” diyen var. “Kendileri yakıyorlar, hesapları başka” diyen var. “Allahın gazabı” diyen var. “Yansa da önemli değil, hepsi sigortalı” diyen var. “Neden bugüne kadar söndürmediler” diyen var. Daha neler var…
Hakikat zemini parça parça. İklim değişikliğini, insanın rolünü sorgulayan hep daha az. Hep bir komplo, hep birileri, hep perde arkası… Bir ülkenin durup dururken kendi kendini yakacağına inananlar var.
Esas önemli olan: Bu yukarıdakileri diyenler her gün gitgide çoğalıyor. Bu da bir yangın.
Tuhaf bir belgesel izlemeye başladım. Bana da, “bak ne yapmışlar” diyerek Elif Key gösterdi. Ödüllü belgeselci Adam Curtis’ten, Can’t Get You Out Of My Head – An Emotional History of the Modern World. BBC için yapılmış, çok yeni bir iş. Dumanı üzerinde. Bölümleri YouTube’da bulunuyor.
Bu blogun ruhuna uygun bir belgesel. Açılış cümlesinden belli: “Tuhaf zamanlardan geçiyoruz” diyerek başlıyor.
Komplo teorileri, yapay zekâ, el değiştiren güç, yer değiştiren gölgeler, ABD, Çin, Rusya, İngiltere… “Bugünlere nasıl geldik” sorusunun yanında “bugünleri biz nasıl yaptık” sorusuna da cevap arıyor Curtis. Bunu da birbirinden çok farklı hikâyeleri bir araya getirerek yapıyor. Kara Panterler, Kültür Devrimi, İngiltere’de alttan alta diş gösteren ırkçılık… Başarılı olup olmadığına şimdilik girmeyeyim; sabır da gerektiren sekiz saatlik bir iş ve ben daha bir buçuk saatini seyrettim ama yine de bana çok ilginç gelen yönünü söyleyeyim: Bir belgeselde büyük olayların küçücük, önemsiz anlarla, ham görüntülerle anlatıldığını hiç görmemiştim. Amerika’yı derin yalnızlıkla, tarlaların hışırtısıyla, ilk göçmenlerin büyük korkusuyla anlatıyor mesela. Bir Turgut Uyar şiiri gibi ilerliyor.
Bakalım öyle de bitecek mi?
*
PS: Madem Can’t Get You Out Of My Head dedik, Kylie Minogue’nun 2000’li yılları açan şarkısını da hatırlamayalım mı?
Virüs Gerçeği grubu lideri Willem Engel, kendisiyle röportaj yapan bir gazeteciye zorla sarılırken…
Yeni normal kutuplaşma. Ama illa ideolojik bir kutuplaşma değil. Sosyal medyanın çarpan ve çoğaltan gücüyle, neredeyse her toplum her mesele üzerine kutuplaşabiliyor.
Yine de sağlık üstüne bir zıtlaşma beklemezdim. Ya da bu süratle beklemezdim.
Hollanda’da yaşanan ama süreç itibariyle bütün dünyayı ilgilendiren bir mesele var. Küresel bir kutuplaşmanın nüvesi…
Bugün Hollanda’da hükümetin hızla yayılan koronavirüse karşı son çare olarak yürürlüğe koyduğu gece sokağa çıkma yasağı üstüne büyük fırtına koptu. Virüsün medya ve hükümet tarafından abartıldığına inanan, komplocu düşünüşe yakın ve yatkın Virus Waarheid (Virüs Gerçeği) isimli bir grup meseleyi mahkemeye taşımıştı. Neticede mahkeme hükümetin bu yasağı yanlış bir usulle uyguladığına hükmetti ve yasağı iptal etti. Hükümet de karara itiraz etti ve mahkeme konuyu üç günlüğüne erteledi. Sokağa çıkma yasağına başından beri karşı çıkan aşırı sağcı ana muhalefet lideri Geert Wilders ve partilileri (ve birtakım başka muhalif partiler) şimdi kıyameti koparıyor; hükümetin yargıyı etkilediği kara bir gün yaşandı diyorlar.
Ama toplumun önemli bir kısmı da (herhalde yarıdan fazlasıdır) yasağın yanında. Bulaşma sayısı ve oranı da giderek düşüyor.
Şimdi ne olacak? Parklarda bahçelerde birbirine sarılma eylemleri düzenleyen komplo teorici bir grup virüsün etkisinden şüphe ettiği için, bugüne dek ciddi tesir göstermiş bir uygulama kalkacak mı? Toplumun sağlığından endişe eden kesimi, yaşlılar, hastalar, canlarının derdine düşenler ne olacak?
Peki ya mevzu kimin ne düşündüğü değil, hukukun üstünlüğü; hükümet otoriter eylemler için ortam peşinde diyenler korkularında haksız mı? Bunları komplocu ya da düz ırkçı insanlar söylediği zaman otomatikman yadsımalı mıyız?
Bir virüs dünyayı temelinden sarsıyor. Her gün yeni soru, her gün yeni sorun çıkartıyor. En temel sorun da kutuplaşma. Kılcal damarlarımıza dek sirayet eden kutuplaşma.