hesap vermekten nasıl kaçılır? hesap yaparak!

Omicron dalgası ilginç ilerliyor ama ilginçlik virüste değil. Çünkü bu virüs varyantı, ona yönelik tahminler neyse tam da ona göre davranıyor. Çabuk yayılacak, çok kişiye bulaşacak ve diğer varyantları bastıracak demişlerdi, söylenenler neyse onu yapıyor.

Buna rağmen Omicron’un başgösterdiği üç haftalık zaman zarfında birçok ülke ne birbiriyle ne de virüsle eşgüdümlü davranabildi. Özellikle de Avrupa’da. Virüs aynı, risk aynı ama davranışlar farklı. Birbirine komşu ülkelerde bile. Kimse hangi önlemi, neden aldığını tam olarak açıklayamıyor. 

Örneğin Hollanda şu anda yeniden ‘kapalı’. Okulları da kapattılar. Ama anne babalar çalışıyor ve çocuklar da mecburen büyükanne ve büyükbabalarının yanında; demek ki virüsü bu aralar çok yayan bir grup, en riskli grubun yanında. Artık her şeyde anlam aramamayı öğrendik. Zaten sadece ‘takeaway’ hizmet veren yeme içme mekânları neden 17’de kapanıyor, marketler neden 20’de kapanıyor, ikna edecek açıklamalar yok. Her ülkenin pandemi yönetiminde böyle onlarca detay mevcut. 

Bu virüs bize birçok konuda öğretmen oldu. Birçok konuyu berraklaştırdı. Örneğin merkez Avrupa ülkelerinin tuhaf bir özelliğinin pandemi sırasında iyice sivrildiğini gördük. Zengin ülkelerde çok fazla hesap yapıyorlar. Çünkü hesap yapmaya halleri ve zamanları var. Pandemi sırasında kimsenin hiçbir şeye zamanı yok aslında ama olduğunu düşünüyorlar. Mükemmeliyetçi davranmaya çalışıyorlar. Her şeyi hesaplarken her şeye gecikiyorlar ve yaptıklarını da eksik ya da geç yapıyorlar. İnsani bir özellik bu, bir insanda rastlayınca eleştiri ya da özeleştiri konusu olabilir. Ama böyle bir özellik ülke yönetimine sirayet edince toplum topyekûn çuvallıyor. Hollanda gibi bir ülke, aşı içinde yüzerken aşı yapmayı beceremiyor mesela.

Beşinci dalgayı yaşıyoruz. Pandeminin uzun uzun hesap yapmayı değil de hızlı hareket etmeyi gerektirdiği bugüne kadar anlaşılmalıydı. Ama bu zengin kuzey ülkelerinde hesap yapmanın bir getirisi var. Milim milim çalışınca, kimse sizi hatalarınızdan ötürü sorumlu tutamıyor. Ya da tutmuyor. Kültüre içkin bir şey bu. Çalışmalarınızı, incelemelerinizi gösteriyorsunuz ve arkanızda enkaz bıraksanız da bir sonraki aşamaya geçiyorsunuz. Hızlı reaksiyon vermek ya da ön almak Avrupa’nın zengin ülkelerinde birinci öncelik değil. Çünkü hız ‘standart’ değil. Bir kafede, restoranda bile durum bu. Kahvenizi yarım saat bekleyebilirsiniz ama ne kadar beklediğinizi sorgulamazsınız, kahve iyi mi kötü mü ancak onu sorgulayabilirsiniz. 

İçerik, zamanın arkasında kalıyor. Her kültürün bir tercihi var. Bu kültürün tercihi de hız değil. Detay. Lüks bir tercih. Fakirlerin gözetemeyeceği kadar lüks bir tercih. 

Detaycı olmak bir başka noktada daha işe yarıyor. Detay, yöneticileri sorumluluktan kaçmasına yardım ediyor. Su sızdırmayan planlar yaptığınızda, işe yarasa da yaramasa da kimse sizi sorumlu tutamıyor. 

Zaten bugünlerin siyaset kültürü de bu. Kimse sorumluluk almak, hesap vermek, hesabı ödemek istemiyor. Kimse bir sonraki seçimi kaybetmek istemiyor. Politikacılar herkese yaranma peşinde. Böyle olunca da aldıkları önlemler güdük kalıyor ya da önlemleri hızla kaldırıyorlar. Denetlemiyorlar. Ama böyle yapınca da önlemlerin süresi artıyor. Herkes hep beraber daha uzun süre zarar görüyor. Üstelik bu yönetim tarzı, aşı karşıtları ve komplo teoricilerinin eline de koz veriyor, toplumu kutuplaştırıyor.

Virüs işte bize bu ilüzyonu gösterdi. Öğretmenliği burada. Türkiye’de sorumluluk alma, hesap verme yok. Çünkü bizde hukuk temelden dinamitlendi, kavramın kendisi yok oldu. Ama sorumluluk Batı’nın zengin ülkelerinde de yeterince yok. Çünkü hesap vermemek için son saniyeye kadar hesap yapıyorlar.

Madalyonun iki yüzü de berbat. 

boş koltukların hüznü

Boş sinema salonlarında fazladan bir hüzün dolaşıyor. Bir şeylere, akıp gidene, hayata, sanata, üretime şahit olamamanın hüznü.

Covid-19’un beşinci dalgasından dolayı bugün Hollanda yine kapandı. Sinemalar da perdeyi indirdi. Avrupa’da ülkelerin peş peşe kapanması bekleniyor. Amerika’dan bu senenin şubat ayından gelen bu büyüleyici fotoğraf, 2022’nin ilk günlerinde yine geçerli olacak.

*

Fotoğraf Devin Oktar Yalkın’ın.

varyantlarla yunanca dersi

COVID-19 varyantları, Yunan alfabesinin harfleriyle isimlendiriliyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), ‘Çin virüsü’,  ‘Wuhan virüsü’ lafları yayıldıktan sonra, bir de ‘İngiliz virüsü’ denmemesi için (zira bir varyant da orada çıkmıştı) bu alfabe oyununu icat etti. Açıkgözlülük; yine de fena düşünce değil. 

Alfabenin ilk harfi Alpha, İngiltere’de çıkandı. Beta’ya ilk Güney Afrika’da rastlandı. Delta Hindistan’da keşfedildi. Mu bir ara ciddi endişe kaynağıydı. Omicron şu an için esip gürleyen varyant, artık hepimiz tanıyoruz. Bir de kısa sürede sönüp giden, kaybolan (iyi ki!) ünsüz varyantlar oldu: Gamma, Kappa, Lambda, Epsilon, Iota, Eta, Zeta, Theta… Alfabeyi öğreniyoruz. 

Yalnız ilginç bir detay var. Sessiz sedasız gerçekleşen diplomatik bir hamle. Omicron’un ismi ilk önce Omicron değildi. ‘Nu’ idi. Hatta yeni varyantla ilgili kaygı verici tondaki ilk haberler, gazetelerin websitelerine ‘Nu varyantı’ diye düşmüştü. Derken, WHO bu ismi tedavülden kaldırdı. Gerekçe ‘nu’ isminin, kulağa ‘yeni’ (new) gibi gelmesiydi. Bence çok da gerekli bir gerekçe değil ama yaptılar bir kere ne diyelim (‘Nu’, Holllanda’ca da ‘şimdi’ demek bu arada; gazeteler ‘bugünün varyantı’ diye lanse etmişlerdi). 

Sıradaki harf ‘xi’ idi (kzay diye okunuyor). Ama o da varyanta isim olamadı. WHO ondan da kaçtı. Çünkü bu harf diplomatik bir skandal çıkarabilirdi; zira Xi hem Çin’de çok kullanılan bir isim hem debilfiil Çin devlet başkanı Xi Jingping’in ismi (o da Çi Cingping diye okunuyor). Okunuşları aynı olmasa da WHO maceraya girmek istemedi; sıradaki zararsız ve nötr harf ‘Omicron’a yöneldi. Doğruya doğru ‘Çin virüsü’, ‘Wuhan virüsü’ isimlerinden sonra bir de ‘Çi virüsü’ biraz sıkıntı yaratırdı. Yeni dünyanın gereği bu: Varyant diplomasisi…

Alfabede bir sonraki harfi hepimiz tanıyoruz. Pi harfi. Bakalım varyantı kuvvetli mi olacak zayıf mı? Tabii bir de sonsuza gitme riski var.

o an nasıl yaşanacak?

Ne olacak koronadan sonra? Nasıl olacak? ‘Koronadan sonra’ olduğunu anlayacak mıyız? Öyle bir gün olacak mı? Bir kurtuluş günü?

Ispanyol gazetesi ABC bir deneme yapmış. Tedbirlerdeki yumuşamanın sokaklarda nasıl kutlandığını göstermiş. Korona ve savaş benzetmesi yapmayı hem sevmiyorum hem sakıncalı buluyorum (bu başka bir konu) ama bu fotoğraf aklıma İkinci Dünya savaşının sonundaki ikonik kutlama fotoğrafını düşürdü. Sokakta süregiden kutlama sırasında, bir askerin bir hemşireyi öptüğü…

Bu da, biraz daha az tansiyonlu olmakla beraber, benzer bir sahne değil mi?

O meşhur fotoğraftan açmışken, fotoğraftaki askerin kimliğini de (en azından iddia edilen kimliğini) öğrenmiş oldum. Bir ölüm haberinde. Peki ya hemşire kimdi?

terasları açın ulan!

Toplumun -en azından bir kısmının- ruh halini Hollanda gazetesi De Telegraaf dolaysız yansıtıyor. Hükümet, dün bilmem kaçıncı kere COVID-19 önlemlerini yumuşatmayacağını açıkladı. Kafe bar sahipleri doğal olarak isyanda. Üstelik bu defa büyükşehirlerin belediye başkanları dış mekanların (Hollanda’da teras olarak geçiyor) açılmasını talep etmişlerdi. Olmadı. Gazete manşetten bağırmış artık. Lafı belediye başkanlarının ağzına vermiş gibi görünüyor ama değil. Bir isyan çığlığı bu. Bu gündemde bu kadar doğrudan bir manşete rastlamamıştım. Koronaya ve önlemlere dönük öfke giderek kabarıyor, medyanın bir kısmı da bu öfkeyi halka taşıyor. Ünlemin yerinde ‘ulan’ dendiğini de varsayabilirsiniz.