bir tripod, bir stüdyo ve öfkenin asimetrisi

Türkiye, günlerdir Sedat Peker’in videolarını seyrediyor, siyasi iktidarı yakından ilgilendiren iddialarını dinliyor. YouTube’dan. Bu, yeni. Metot olarak da yeni, kullanım olarak da yeni. Dünyada da bir ilk. Neticede, yeraltından hiçbir kişi, dünyanın hiçbir yerinde, bir hatip karakterine bürünüp, üstelik gerilimi ve içeriği bir dizi film mantığıyla ayarlayarak halkın karşısına çıkıp konuşmuş değil. Türkiye’ye ve bugüne denk geldi.

Yeraltı dünyasından bir figür olarak zaten tanıyorduk ama birçok iddiasının ve ilişkisinin yanında, Peker’in iyi bir konuşmacı olduğunu da bu videolardan öğrendik. Siyasi iktidarın içindeki, dışındaki hasımlarına hitaben sarf ettiği “Bir tripoda, bir kameraya (cep telefonuna) yenileceksiniz” sözleri, bugünün dünyasını hem imkân hem ruh açısından özetleyebilen ilginç bir benzetme. Daha da ilginci, İslam tarihinden çekip aldığı ‘ebabil kuşları’ metaforunu yine cep telefonlarına, özel olarak da tek tek tweet’lere eşleyerek kullanmasıydı. Ebabil kuşlarının, düşmanların başına ateşten dallar yağdırması gibi, bu videoları izleyen insanların tweet’lerinin ve yorumlarının da kendi hasımlarının sonunu getireceğini öne sürdü.

Peker’in iddialarının merkezindeki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu dün TRT yayınına çıkarak açıklamalarda bulundu. Bu da ilginç bir yayındı. Karşısında gazeteciler oturmasına oturuyordu (hatta çok eleştirilmelerine rağmen, gündemdeki soruları sordular da) ama programın yapımcısı da yönetmeni de röportajcısı da kaynak kişisi de bakanın kendisi gibiydi. Belgelerin ekrana gelmesine de zamanlamaya da o karar verdi örneğin.

Ancak Soylu’nun hesaplamadığı bir şey var. Bugüne, yeni dünyaya, yeni hayatlara dair bir şey.

Kimin haklı kimin haksız olduğu bir kenara, internetin ruhuyla sosyal medyanın ruhu bir değil. Bu açıdan onun da söylemeyi çok sevdiği ifadeyle ortada bir ‘asimetri’ var. Bu asimetri bugünlerde birçok konuya daha baştan yön veriyor.

Nedenine, nasılına bakalım. 

Science Dergisi’nde 2014’te yayımlanan bir makale (W. Hofmann et al., Morality in Everyday Life), insanların ‘gayriahlaki’ birçok olayı internette, özellikle de sosyal medyada öğrendiğini ortaya koymuştu. Buna göre, geleneksel haber alma kaynakları, televizyon ve gazeteler, daha da önemlisi gündelik hayattaki birebir dedikodular, giderek artan ölçüde yerini sosyal medyaya bırakıyor. Araştırma güncellenmedi ama aradan geçen yıllarda, sosyal medya kullanımının katlandığını bildiğimiz için, gayriahlaki meseleleri öğrendiğimiz esas mecra olarak sosyal medyanın yerini sağlamlaştırdığını rahatlıkla tahmin edebiliriz.

Peki hangi bilgiyi nereden öğrendiğimizin bir önemi var mı? İster gazete, ister sosyal medyadan öğrenmiş olalım, yolsuzluk yolsuzluk değil midir mesela? Öyle görünüyor ki değil. Zamanın ruhuna uygun olarak, internetten öğrendiğimiz ‘gayrıahlaki’ bir konu bizleri daha çok öfkelendiriyor ve bu öfkeyi daha çok yaymamıza neden oluyor. (Yale Üniversitesi’nden Molly Crockett’ın araştırması da bu yönde; Crockett, Moral Outrage in Digital Age, Nature Human Behaviour, 2017). 

Bu ilkin, internette giderek daha çok vakit geçirmemizden ve bu mecrada daha çok ahlaksızlığa, kötülüğe vs. maruz kalmamızdan kaynaklanıyor. Esas mecramız sosyal medya ve genel olarak internet; bu artık belli. Kötülüklere de artık burada rastlıyoruz. Gazeteden, hatta televizyondan da bağımsız olarak, gündelik hayatımızın daha büyük bir parçası burası. 7/24 buradayız.

Ama daha önemlisi, bizi sinirlendiren şeyleri paylaşma eğilimimiz, onun hakkında konuşma eğilimimiz sosyal medyanın dolaysızlığı yüzünden çok yüksek. Üstelik, öfke kadar viralliğe müsait bir başka duygu yok. Bu araştırmayla da sabit. (J. Berger, K. Milkman; What Makes Online Content Viral, Journal of Marketing Research, 2012). Sosyal medyada ne kadar öfkelenirsek, o kadar paylaşıyoruz. Matbu gazeteleri okurken ve televizyon seyrederken, ahlaksızlıklar karşısındaki öfkemizi bu kadar yaymıyoruz. İlginçtir, yine bu araştırmalara göre o kadar sinirlenmiyoruz da. Sedat Peker, belki bilerek belki bilmeyerek bu duyguyu etkili biçimde işliyor.

Süleyman Soylu’nun TRT seçimi bu açıdan sorunlu. Bakan, AKP tabanının geleneksel olarak müthiş bir televizyon izleyicisi olduğunu elbette biliyordu ve muhtemelen bunu hesaplıyordu ama derdini anlatabilse bile orası insanları kendi istediği şekilde Peker hakkında öfkelendirebileceği bir yer değil. Donuk TRT ekranı zaten hiçbir duyguya müsait değil. Öfkeyi yaymıyor. Bakanın kendisi Peker’e yönelik öfkesini ne denli keskin biçimde gösterse de, onun bulunduğu konumun ve yaptığı işlerin gayrıahlakiliğine ne denli vurgu yapsa da bu sözleri söylediğiyle kalıyor. Rezonans az. Mecra öfkeyi iletmiyor. TRT’nin özellikle AKP yıllarında ama genel olarak da eleştirellikten yalıtılmış olması bir etken. TRT, güçlü duygulara müsait değil.

Asimetri işliyor. Bu gidişle yeni dünya ile eski dünya arasında makas daha da açılacak.

Bu videolar serisi, daha çok yazıya konu olacak gibi duruyor. Benim ilk dikkatimi çeken işte bu tuhaf asimetriydi.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Twitter picture

You are commenting using your Twitter account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s