
Boğaziçi’nde protesto altı haftadır devam ediyor. Öğrencilerin de öğretim üyelerinin de, onca gözdağına rağmen tavrı değişmedi. Dik duruyorlar. Tarihe kendi notlarını düşüyorlar.
İktidarın tavrı da değişmedi ama. Neredeyse yirmi senedir ama en çok da Gezi’den beri gördüğümüz üzere, değişmeyecek de.
Ön planda rektör atama meselesi duruyor da iktidar, Boğaziçi üzerinden bir seçkinler, elitler tartışması yürütüyor. İktidarcıların bir kısmı da bunun fena halde farkında. Boğaziçi kapatılsın diyenler bile çıktı. Yerine yerli ve milli üniversite açılsın istiyorlarmış. Bildik sözler.
Böyle birtakım okullar var: Boğaziçi, ODTÜ, Galatasaray, özel kolejler… AKP öncesi Türkiye’de, sistemin önemli noktalarına eleman yetiştirip gönderen okullar bunlar. İktidarla beraber bir zihniyet değişimi yaşamadılar. Ama ODTÜ’yü bir ölçüde dışarıda tutarsak, öyle solcu falan da değillerdir. Onları tanımlayan kimlik dünyalı olmalarıdır. Dünyaya açık, dünyanın farkında, dünyaya uygun, dünyaya talip… AKP’nin biraz da başka çaresi olmadığından diktiği ‘yerli ve milli’ gömleği bu okullardan çıkanlara dar gelir. Mesela sağcısına, hatta varsa AKP’lisine de dar gelir.
Ama şimdi iktidar bu gömleği, bu çerçeveyi tek tek bu okulların da önüne koyuyor. Koyacak. Hâkimiyet bizde, seçkinler neden -hâlâ- orada diyecek. Bunu yaparken de seçkin diye gördüğü o kesimi razı edemeyeceği için seçkinliğin kendisini tartışmaya açacak.
İşte başladı bile. Okullar hızla iktidar taraftarlarının gözünden düşüyor. Kökü de aklı da dışarıda, yoz, ahlaksız insanların kurumları olarak görülüyor.
Kutuplaşmayla at başı giden bir tartışma bu seçkinlik tartışması. Dünyanın her yerinde böyle. Trumpçılar da ABD’de mevcut düzeni besleyen damarları kesip atmak, hiç değilse değersizleştirmek istemişlerdi. Hakikat-sonrası, böyle bir düzlem. Uzmanların dinlenmediği, uzmanlığa giden eğitimin en iyisini veren kurumlara da şüpheyle yaklaşıldığı bir tuhaf, kuralsız, başıboş uzaydan ibaret hakikat-sonrası.
Seçkinlik tartışmasının daha çok örneğini göreceğiz. Türkiye’de de dünyada da.
Yine de bize has bir tuhaflığı not düşelim: Yirmi yıllık bir iktidar, nasıl olur da kendi seçkinini yetiştiremez? Nasıl olur da tepeden atanmış rektöre iki adet yardımcı bulabilmek için dokuz doğurur?
Bunu da iktidarcılar düşünsün.