mamdani notları

1.

New York’ta Mamdani, Hollanda’da Rob Jetten üst üste kazandı. Daha 40 değiller ve nispeten yolun başındalar, bu iyi. Ama yaşlı liderler olmalarından daha iyi anlamında söylemiyorum. TikTok biliyorlar falan diye de değil. Toplumla taze bir temasları var, bu açıdan iyi.

Siyaset henüz meslekleri olmamış. Çok kısa zaman öncesine dek sinemaya tiyatroya kafalarına göre gidebilmişler. Arabalarını kendileri kullanabilmişler. Tatile çıkmışlar. Bunu 70 yaşında yapan insan da kabulüm. Bu açıdan, liderinin toplumla rahatça teması açısından, benim bildiklerim içinde en gerideki ülke Türkiye. Bir de ABD vardır. Çok konuşulmaz ama toplumlarını anlatması yönünden çok belirleyici kriter.

2.

Kim kazanıyor kim kaybediyor konularının artık tek seçimde belirlenmediğini anlayacak kadar seçim gördüm. O meşhur ferasetten de biraz bulaşmıştır bence. Benim anladığım şu: New York’ta Mamdani kazandı ama Trump kaybetmedi hatta New York’ta bu kadar anti-Trump birinin kazanması, Trump seçmenlerini kenetlemiş de olabilir. Muhtemelen de öyle olacak. Ya da Hollanda’da Wilders kaybetti (kazançtan kaybetti diyelim) ama aşırı sağ kaybetmedi, hatta daha da güçlendi. Ama mesela sol ve sosyal demokratlar büyük kaybetti ve bunu söylemek o kadar seksi değil.

Biden kazandığında mesela Trump’ın sıfırlanması beklenirdi. Olmadı. Bilakis, onun o aşırı sağcı tabanı kenetlendi ve dünyanın en çıkarcı gruplarından olan cumhuriyetçiler de onlara yanladı. Çoğu yerde şu an sağ kazanıyor. Siyaset, eskisine pek benzemiyor.

Sağcıların, kaybetse de aynı isimlerle çok uzun dönemli oynayabildiği bir oyun haline geldi siyaset. Mağdur kartını, mağdur olsalar da olmasalar da çekiyorlar ve keyiflerine bakıyorlar. Bunu en iyi Türkiye’den biliyoruz.

Solun ne siyaseti ne tabanı böyle bir oyuna müsait. Bana göre solun yapabileceği tek şey sahiden solculuk yapması ve pazarlık yapmaması. Fabrikada, tarlada, kampüste. Sendikalarda ve sendikalarla. Kimlik siyasetini sağcılar da yapıyor ve işin acı tarafı ajite ede ede yaptığından daha başarılı oluyor.

3.

Son bir not… New York belediye başkanlığı makamı hakkında. Şüphesiz dünyanın en önemli kenti ama ilginçtir bu makam siyasi açıdan pek sonuç üreten bir makam değil. Nüfuz üretiyordur, ağırlık üretiyordur muhakkak ama New York’un belediye başkanlarının daha da yukarılara kendini attığını ben görmedim.

Eric Adams vardı en son; Bloomberg’i hatırlıyorum tabii. Rudy Giuliani vardı, epey de güçlü ve konuşulan, konuşturan biriydi. De Blasio vardı, sonra ne yaptı, onu da bilmiyorum. İstanbul’un, Londra’nın, Paris’in belediye başkanlığı sizi ülkenin zirvesine taşıyor ama New York gibi bir yerde bunun böyle olmaması ilginç. Valiler daha hızlı yürüyor. Hatta Trump örneği bir kenara, neredeyse sadece valiler ve senatörler yürüyor ABD’de.

Bakalım Mamdani ne yapacak?

yeni baron

Elon Musk, yeni dünyanın medya baronu olmak istiyor.

Bunun faydasını da görüyor. Trump’ın kampanyasına 120 milyon dolar yatırmış; Trump seçilince de 70 milyar dolar zenginleşmiş. O da şimdilik Hangi dünyada bu para kazanılabilirdi? 

İşte bu yeni baron, gün aşırı “eski medya öldü” diye yazıp çiziyor. Eski medya ölsün, fark etmez. Ama bu adam hakikatin de kalmasını istemiyor. 

İpiyle kuyuya inilecek insan değil. Yine de onu sevimli bulan, sözlerini dinleyen çok kişi var. Yapmayın.

Haberlerinizi kerameti kendinden menkul, kendi ideolojinize uygun influencer’lardan, duygu sağanağı videolardan, adına haber koyunca otorite edinmiş sanan trol hesaplardan almak istiyorsanız, Elon Musk’ın vadettiği dünya tam size göre.

Ama bu dünya iyi bir dünya değil, bunu da bilin.

trump’ın yolu

Donald Trump, Cumhuriyetçilerin ön seçimlerinin New Hampshire’daki ikinci ayağını da kazandı ve bu sene başkan adayı olmak için önündeki bir engeli daha aştı. Artık gidişatı “yeniden” değiştirme emellerine çok daha yakın.

Söyleyecek çok şey var, dünyayı bekleyen epey gelişme var; tarihçi Robert Kagan’ın kehanetiyle başlayalım:

“ABD’de diktatörlüğe giden yol gün geçtikçe kısalıyor.”

Bu diktatörlük lafı, biraz da öcü misali çok fazla ve çok kolay sarf ediliyor. En azından ilk dönemde böyleydi. Bu söylemler, bugünlerden itibaren yeniden dolaşıma girecek. Ben siyasi müktesebata sahip olmayan Trump’ın tek adam rejimine ciddi bir özlem duyduğunu zannetmiyorum. Onda başka bir tür delilik var. Demir yumrukla değil ama pervasızlığıyla ülkesini de dünyayı da yakabilir. “Eh, Joe Biden’dan farkı ne” diyenler de çıkacaktır. Gazze’yi düşününce buna cevap vermek gerçekten zor.

PS: Resim, Anthony Gerace’in Washington Post için yaptığı illüstrasyon.

kararsız seçmen

Bugün Hollanda’da parlamento seçimleri var. Hükümet düşünce erken seçim ilan edildi; birkaç aydır bunun telaşıyla yaşadı ülke (Gerçi çok da bir telaş yoktu ya). Yine de enteresan başlıklar vardı: Yeni partiler kuruldu, liderler değişti, seçim birliktelikleri ayarlandı; siyasetçiler bazında epey değişim yaşandı.

Ama seçmen kime oy vereceğine bir türlü karar veremedi. Anketler böyle söylüyor.

Dün yapılan son büyük seçim anketi bile seçmenlerin yarısının kime oy vereceğine karar vermediğini anlatıyordu. Herkes bir stratejiden bahsediyor. Seçmen taktik peşinde koşacakmış. Şu parti birinci olsun ama şu partiler de koalisyon kursun; hesaplar hesaplar…

Amsterdam gazetesi Het Parool seçim günü nefis bir manşetle çıkmış. Kararsız seçmen… Halen bilboardlara bakıp düşünen seçmen. Manşette “Akılla mı kalple mi oy verecekler?” sorusu var. Sorudan öte, fotoğraf kullanımına dikkat. Ancak bu kadar iyi olabilir.

Bazı ifadelerin fotoğrafı yoktur. Ya da akıllı bir gazeteci onun bir fotoğrafı olması gerektiğine karar verene kadar yoktur. Artık “kararsız seçmen”in bir fotoğrafı var.

Durup dururken LGBT

Macaristan’da Victor Orban anti LGBT kampanyası yaptı.

Polonya’da Andrzej Duda, anti LGBT kampanyası yaptı. Duda, “LGBT ideolojisi, komünizmden de kötü” demişti.

Brezilya’da Jair Bolsonaro yıllarca LGBT karşıtlığıyla kendini tanımladı.

İlk ikisi seçim kazandı; üçüncüsü kaybetti.

Bu bir eğilim. LGBT, otoriter yönetimler ve liderler için bir mesele. Suni ama kullanışlı bir mesele. Bunu bir kutuplaşma hattı olarak keşfettiler. Birkaç yıldır, durup dururken ortaya LGBT konusunu atıyorlar. Bu sayede aile, evlilik, vatan falan gibi beylik laflar da edebiliyorlar. Tepki oylarının peşindeler.

Erdoğan’ın ve Soylu’nun durup dururken LGBT konusu açmaları bundan. Anlatacak hikâyeleri yok. Başarıları yok. Tepkiden medet umuyorlar. Yalnız bana göre Türkiye’de bir başka açı daha var: Yeniden Refah vs gibi araçlarla, dümdüz kadın hakları üzerinden “aile” tartışması da yapıldı ama AKP’nin kendi tabanında bile tepki topladığından, şimdi LGBT sosuyla daha taban-dostu bir aile tartışması açıldı. Tartışma diyorsam, tartışma falan yok da “olsun” isteniyor işte. “Keşke olsa” diyorlardır.

O bile olmasına olur da, Süleyman Soylu, “hayvanla insan evliliği” falan diye öyle bir açı veriyor ki konuya, konu orta iki düzeyine geriliyor.

Kimse orta iki düzeyine oy vermez. Tepki olarak bile vermez. Bir dönemin kapanışına bu tuhaf çırpınışlarla gidiyoruz.