otuz yıl sonra yine o ‘vitrin’deyiz

“80 sonrasında Türkiye’yi bir sis kapladı; birçok şey görünmez oldu. Sisin örttüğü insanlardı, ilişkilerdi, nesnelerdi. Sis dağıldığında, her şeyin net birer görüntü haline geldiğini fark ettik. Bakılanla kurulan ilişki aslen bir seyir ilişkisine, sözün kendisi bir vitrine dönüştü. Birçok şeyin gösterildiği için ve göründüğü kadarıyla var olduğuna, sergilendiği için ve seyredildiği kadarıyla değer kazandığı bir toplum çıktı ortaya. Epeydir vitrinde yaşıyoruz hepimiz.” 

Nurdan Gürbilek’in müthiş kitabı ‘Vitrinde Yaşamak’ 1992’de yayımlandı. Gürbilek, seksenli yıllar boyu diri tuttuğu gözlemlerini nihayet 1992’de kitap haline getirmiş. Kitap, demek ki otuzuncu yaşına bastı artık. Güzel bir yıl dönümü.

Gürbilek, ‘Vitrinde Yaşamak’ta, 1980’ler Türkiyesi’nde neler olup bittiğini siyaset, popüler kültür ve dil çerçevesinde özgün bir bakışla anlatır. Siyasi baskıyla atbaşı giden  ‘söz patlaması’ndan bahseder. Birçok dinamiğin işin içine karıştığıı müthiş bir değişimden söz açar. 

“ (…) Hepsinin etkilerinin kesiştiği, iç içe geçtiği kısa bir zaman dilimi içinde, Türkiye’de cümle yapısından sözcüklerin yüklendiği simgesel değerlere, seyretme biçimlerinden fiil zamanlarına kadar kültür denen bölgenin çeşitli cephelerinde kendini gösteren, kısmen kurgusal ve sentetik bir dilde ifadesini bulan bir değişim yaşandı.” 

Metis, geçtiğimiz yıllarda bu çok sevilen kitabı yeniden bastı, yeni okura da ulaştırdı ama otuzuncu yıl niyetine bu eser yeniden kuvvetle gündeme gelmeli. 1980’lerin kültürel iklimini inceleyen bu kitabın hem o sıralarda hayallerimizden bile geçmeyen, internetli, akıllı telefonlu yeni dünya hakkında da söyleyecek sözü olduğunun altı çizilmeli. Evet, 1992 tarihli ‘Vitrinde Yaşamak’ın 2020’ler için de söyleyecek sözü var… Bu sözü hem de epey isabetle söylüyor.

Mesela şu soruya, şimdi bambaşka aktörlerle ama tam olarak aynı biçimde yine cevap aranmıyor mu: 

“1980’ler şunu denedi: Varlığın ve imkânların dünyasıyla, yokluğun ve imkânsızlığın dünyasını birbiriyle temas etmeyecek, birbirine geçişi olmayan iki kampa ayırdı. Şimdi sormak gerekiyor: Birincisinin imkânlarını ikincisinin isyanına tercüme edecek bir güç yeniden uyanacak mı?”

Uyanan güç, 2000’lerin başında AKP’yi çıkarmıştı. Bugün kimi çıkaracak?

*

Fotoğraf: Muhsin Akgün

hasan ağa ve bir son duygusu

Julian Barnes’ın “Bir Son Duygusu” isimli, Booker ödüllü bir romanı vardır. Güçlü bir isim. Temaları ve gidiş yolları bambaşka olsa da, yaşamının son döneminde ‘bir son duygusu’nu anlatan bizden de bir kalem var: Falih Rıfkı Atay. Sert sözleri yalınlıkla yazabilen bir kalemi var Atay’ın. Burada başka bir bağlamda da bahsetmiştim, hem çöküşü hem de kuruluşu tecrübe etmiş bir devlet adamı ağırlığıyla bugün okunduğunda herkese daha da ilginç gelecek bir hatta yazıyor. Bir son duygusunu yazıyor.

Aşağıdaki satırlar, 1963’te kaleme aldığı ‘Batış Yılları’ isimli kitabından. Her şey yanıp yıkılırken dahi hakkında konuşulamayanlardan bahsediyor:

“İkide bir büyüklerimizin bir ‘Hasan Ağa’dan yanıp yakıldıklarını dinlerdik. Kimdi bu Hasan Ağa? Sormak da olmazdı. Neden sonra anladığıma göre Hasan Ağa bizimkilerin ve dostlarının çevresinde padişahın rumuzuydu. Hiç kimse ondan, daha doğrusu onu kötü yola götüren yanındakilerden hoşnut değildi. İkide bir içlerini çekenlerin: “Biz adam olmayız” yahut “Evveli Şam, ahiri Şam demişler” veya ‘ölü’ manasına aldıklarını sonradan düşünebildiğim, “Ümmet-i merhume demişler buna” gibi sözlerden, aklımızı kullanabilecek yaşta değilken bile, bir sona yaklaşma duygusu alırdık.”

Falih Rıfkı’nın yazdıklarından bahsetmeye devam edeceğim.   

son manşet

İspanyol gazeteleri El Pais ve ABC’nin bugünkü sayfaları… Bir ilan bu elbette ama bir yandan da bir fantezi. 

“Bundan sonra yeni yıl kararları yok” diyor hayali manşet. “Uzman yok, pandemi yok, volkan yok, bitcoin yok.” Çünkü “dünyanın sonu geliyor.”

Daha kötü bir haber olamazdı, değil mi? Ama bir yandan rahatlatıcı da. Birgün bir gazete bu manşeti atmaya vakit bulup da böyle bir gazete yapacak mı acaba? Dedim ya, bir fantezi… Birçok gazetecinin de paylaştığına emin olduğum bir fantezi…